hakka davet, davet hakkka, hakka davet sitesi, hakka sitesi davet, davet sitesi hakka, namaz, namaz ile ilgili bilgiler, taharet, tasavvuf, tasavvuf nedir, abdest, abdest nedir, abdestin farzları, abdestin sünnetleri, itikat, temel itikat bilgileri, allahın sıfatları Hakka Davet - Zekatın Miktarı
   
  Hakka Davet
  Zekatın Miktarı
 
Zekâtın Miktarı
Hanefi ve Şafii mezheblerine göre, altın ve gümüşte farz olan zekât miktarı 1/40 (%2,5)'dır. Bir kımse, yüz dirhem paraya sahip olunca ve bu paranın üzerinden bir yıl geçince, bu paradan beş dirhem zekât vermesi gerekir. Yirmi miskalde ise yarım dinar, zekât vermek gerekir. 

Zekât vermekle sorumlu olan kimse; altının varlığından altın; gümüş varlığından gümüş verir. Meşhur olan görüşe göre, verilen zekât, kıymete göre hesap edilerek verilir. Ancak, Şafii mezhebine göre; bu iki mal varlığı yerine, diğerinden zekât vermek caiz değildir. 

Nisaptan Az ve Çok Olan Malların Zekâtı
Daha önce de belirttiğimiz gibi altın, yirmi miskal değerine ulaşınca icmâ ile zekât vermek farz olur. Fakat yirmi miskalden az olan maddi varlıklardan zekât vermek gerekmez. Ancak gümüş veya ticari eşyadan nisab tamamlanınca o takdirde yirmi miskalden az da olsa zekât vermek gerekir. 

Âlimler, nakdi varlık yirmi (miskal)'den az olup iki yüz dirheme de ulaşmazsa bunda zekât vermek gerekmediği hususunda icmâ etmişlerdir. Çünkü her iki nakde göre de mal varlığı nisab miktarına ulaşmamıştır. Âlimlerin çoğunluğu, altının nisabının, kıymetine ve ölçülmesine bakılmaksızın yirmi miskal olduğu görüşündedirler. 

İmam-ı Âzam'a göre, bu fazlalık kırk dirhem olmadıkça ondan bir şey vermek gerekmez. Kırk dirhem olunca, bunun bir dirhemini zekât olarak vermek gerekir. Bundan sonra her kırk dirhemde, bir dirhem zekât vermek gerekir. 

Aradaki paralardan bir şey vermek gerekmez. Bunun gibi, dinar cinsinden paralardan dolayı, nisaptan fazla olması için, dört dinara ulaşmadıkça zekât vermek gerekmez. Hanefi mezhebine göre sahih olan görüş budur. 

Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve Şafii mezhebine göre ise; iki yüz dirhemden fazla paranın zekâtı yüzde hesabı ile verilir, fazlalık az da olsa %2,5'unun zekâtını vermek gerekir. (Durrü'l-Muhtar, 2/45; eş-Şehru's-Sağir, 1/620; el-Lühab, 1/148)

1- Kağıt Paraların ve Banknotların Zekâtı
Kağıt paralar ile madeni paralar, altın ve gümüş paralar yerine, ticari ve ticari olmaya mübadelelerin (anlaşma) yapıldığı paralardır. 

Paradaki bu sistem, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıktığından dolayı, eksi fakihleriniz bu konudan bahsetmemişlerdir. Zamanımızın Hanefi ve Şafii âlimlerine göre, kağıt paralardan zekât verme farzdır. Çünkü bu paralar, ya devletin hazinesinde bulunan kuvvetli bir alacak yerindedirler veya alacak senetleridir veya kıymetince banka havaleleridirler. 

Bu kağıt paralar, zamanımızda eşyanın karşılığıdır. Bu gün artık, altın paralarla muamelede bulunmak mümkün değildir. 

Daha önce de açıkladığımız gibi, kağıt paraların zekâtı fıkhen belirlenmiş olan altın nisabının kuru ile ölçülür ki, bu miktar, yirmi dinar veya yirmi miskaldir. En sahih görüş, kağıt paraların altın nisabına göre hesaplanmasıdır. Çünkü bu ölçü, hayvanların nisabına (deve, sığır ve koyunların nisabına) denktir. 

Fıkhî nisab ölçüsüne ulaşmadıkça ve üzerlerinden bir yıl geçmedikçe kağıt paralardan zekât vermek gerekmez. Bu nisab miktarı kağıt paraların, borç dışında olması gerekir. Hak ve adaletin gereği budur. Hanefi mezhebinde buna ilave olarak, nisab miktarı paranın, nafaka, giyim-kuşan, kira gibi zaruri ihtiyaçlardan artmış olmasını şart koşmuşlardır. (Durrü'l-Muhtar, II, 5-8)

Borç Paraların Zekâtı 
İmam Ebu Yusuf'a ve İmam Muhammed'e göre, bütün alacaklar eşit olup kuvvetli alacaktır. Bu yüzden, hepsinin zekâtının tahsil edilmeden önce ödenmesi gerekir. 

Şâfiî mehzebine göre; alacaklı kimse, alacağını elde ettiği zaman, eğer alacak, dirhem ve dinar cinsinden ise veya ticari eşyanın karşılığı olan alacak ise gelmiş yılların zekâtını ödemesi gerekir. Eğer alacak, hayvan cinsinden veya hurma ve üzüm gibi maddeleri ise zekâtını vermesi gerekmez.

Başkalarının üzerinde olup borç (deyn) denilen ve nisab miktarına ulaşmış bulunan paralar zekâta tabi olup olmama bakımından üç kısımdır: 
 
  • Kuvvetli Alacak: Bunlar borç olarak verilen paralar ile ticaret mallarının bedelleri olan alacaklardır. Bu alacaklar, borçlular tarafından ikrar edince, tahsil edildikleri zaman, geçmiş senelere ait zekâtlarının da verilmesi gerekir.
  • Orta Alacak: Ticaret için olmayan bir malın bedelinden bir kimse üzerine kalan alacaktır. Ev kirasından bir kimse üzerinde kalan alacak gibi. Bu tür alacaklar, borçlunun üzerinde kaldığı müddet boyunca geçecek yıllar için zekâta tabi olmazlar. Yalnız, sahibinin zekâta tabi başka malları varsa o zaman nisab miktarını bulan mallar arasında bununda zekâtı verilir. 
  • Zayıf Alacak: Bir malın bedeli olmaksızın, bir kimsenin üzerinde kalan alacaktır. Varisin üzerinde kalan ve sahibine ödenmesi gereken vasiyet parası, henüz ele geçmemiş diyet bedeli, kadının kocası üzerindeki mehir alacağı, boşanma anlaşması sonunda alınacak mal bedeli, bu tür alacaklardır. Bunların geçmiş yılları için zekât gerekmez. 
2- Madenlerle Definelerin Zekâtı
Bu konuda âlimler, zekâtının verilmesi farz olan maden ve definelerin, manasında ve zekât miktarında farkı görüşler ileri sürmüşlerdir. 

Hanefi mezhebine göre; maden ile rikaz (define), aynı manaya gelmektedir. Bunlar toprak altında gömülü bulunan her türlü mallara verilen isimdir. Ancak maden, Allah-u Zülcelâl'in yeryüzünü yaratırken, yeirn altında yarattığı madenlerdir. Define ise insanların yerin altına saklamış oldukları madenlerdir. Madenler üç türlüdür: 
  • Ateşle yumuşayıp eriyebilen katı madenler: Bunlar altın, gümüş, demir, kurşun ve bakırda olduğu gibi, ateşte eriyen ve şekillenen madenlerdir. Civa da buna ilave edilir. Bu gibi madenlerde verilmesi gereken zekât miktarı, nisab miktarına ulaşmasa da beşte birdir. 
  • Ateşle yumuşamayıp erimeyen katı madenler: Bunlar ateşte erimeyen ve şekil almayan kireç, alçı taşı, yakut, firuze, sürmeü, tuz vb. maddeler olup bunlardan hisse alınmaz. 
  • Sıvı halinde bulunan madenler: Bunlar da katı olmayan zift, petrol gibi madenlerdir. Bunlardan hisse alınmaz. Tamamı arazi sahibine aittir. Humus, yani beşte birinin verilmesi sadece, ateşte yumuşayıp eriyebilen katı maddeler için söz konusudur. Bu madenler; ister haraç topraklarında bulunsunlar, ister öşür arazisinde bulunsunlar, isterse de sırf mülk arazide ve sahralarda bulunsunlar. 
Humustan artan kısmın hükmü: Bulunan madenlerle definelerden, beşte bir zekât verildikten sonra artan kısım, define ve madenler birinin mülkünde bulunmuşsa mülk sahibine aittir. Eğer açık arazide olduğu gibi hiç kimsenin mülkiyeti altında değilse, artan kısım bulan kimseye aittir. 

Madenlerden beşte bir zekât verilmesinin vacib olması: Eğer madenler üzerinde, put ve haç gibi cahiliye döneminin alameti varsa, bundan beşte bir zekât vermek gerekir. Eğer İslam nişanı veya Müslüman bir devlet yöneticisinin ismi bulunursa, bulunan bu maden yitik mal hükmünde olup bundan beşte bir zekât vermek gerekmez.

Maden ve define, bir kimsenin evinde bulunursa, İmam-ı Âzam'a göre, bunlardan beşte bir zekât vermek gerekmez. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise bunlardan beşte bir zekât vermek gerekir. 

İnciden, amberden, denizden çıkarılan hiçbir ziynetten, denizde gömülü define bile olsa zekât vermek gerekmez. Ancak ticari olurlarsa zekât vermek gerekir. 

Şafii mezhebine göre ise maden ve define (rikaz) aynı şey değildir. Define, Allah-u Zülcelâl'in yarattığı kaynaklardan çıkarılan şeylerdir ki bunlar da altın ve gümüştür.

Define eğer altın ve gümüş ise bunlardan 1/5 ölçüsünde zekât vermek gerekir. Ancak bu zekâtı verilmesi gereken altın ve gümüşün nisab miktarında olması şarttır. Bunların üzerinden bir yıl geçme şartı yoktur. Yakut, zebercet, bakır, demir gibi madenlerden zekât vermek gerekmez. 

Başka Madenlerle Karışık (Mağşuş) Altınlar
Mağşuş, daha değersiz madenle karışık olan madenlerdir. Misal; altının gümüş ile karıştırılması, gümüşün bakır ile karıştırılması, gümüşün bakır ile karıştırılması gibi. Bu gibi madenlerin zekâtı hususunda, âlimlerin üç farklı görüşü vardır. 

Hanefi mezhebine göre; gümüşü çok olan maden gümüş, altını çok olan maden altındır. Her iki madende karışım fazla olursa bu madenler ticari eşya hükmündedir. Bunlardan zekât verilmesi için kıymetlerin nisab miktarına ulaşması gerekir. Diğer ticari eşyalarda olduğu gibi, bu tür mallarda da ticarete niyet etmek gerekir. Ancak halis gümüş miktarı eğer nisab miktarına ulaşırsa, o takdirde bunlardan zekât vermek gerekir. Çünkü gümüşün aynında, kendisinde kıymete itibar edilmemektedir. Bunun gibi gümüşte ticarete niyet etmek de gerekli değildir. Muhtar olan görüşe göre, ihtiyaten zekât vermek gereklidir.

Şâfiî mezhebine göre ise başka bir madenle karıştırılmış olan altın ve gümüş madenleri halis olarak nisab miktarına ulaşmadıkça, onlardan zekât vermek gerekmez. 

Altın ve gümüşte, karışım miktarı bilinmezse ve nisab miktarına ulaşıp ulaşmadığı hususunda şüphelenilirse kuvvetli olan kanaat ile amel edilir. 

Öyle ki bu karışımdan çıkarılacak altın miktarının, zekât verecek miktarına ulaştığına kesin olarak kanaat edilirse veya ateşte eritilmek suretiyle, kesin olarak altın miktarının nisab miktarına ulaştığı bilinirse, bundan farz olan zekâtın kati olarak düşürülmesi için zekâtı çıkarılıp verilir. 

3- Ticari Eşyanın Zekâtı
Hanefi mezhebine göre, ticari eşyanın zekâtının şartları dört, Şâfiîlere göre ise altıdır. Bu şartların üçü üzerinde ittifak edilmiştir. Bunlar; nisab miktarı olması, malın üzerinden bir yıl zaman geçmesi ve ticarete niyet etmektir. Bunlara ilave edilmiş olan bazı şartlar daha vardır. 
  • Ticari malın nisab miktarın ulaşması: Ticari malların sikke halindeki altın ve gümüş üzerinden kıymetinin, nisab miktarına ulaşması gerekir. Bu ticari malların kıymeti, bulundukları beldenin rayicine göredir. Buna göre, her iki yüz dirhemden beş dirhem zekât verilir. 
İhtikâr yapan kişi: Ticari eşyayı satın alıp pahalanmasını bekleyen kimsedir. (Her ne kadar bu yaptığı iş günah ve tahrimen mekruh olsa da) bu malları satıncaya kadar, bu kişilerin zekât vermesi gerekmez. Eğer bir yıl sonra veya senelerce sonra bu malları satarsa bir senenin parasının zekâtını öder. 
  • Ticari malın üzerinden bir yıl geçmiş olması: Hanefi mezhebine göre, bu meselede muteber olan, yılın başı ile sonudur, ortası muteber değildir. Başında nisabın muteber olmasının sebebi, zenginliğin gerçekleşmesidir. Sonunda muteber olmasının sebebi de zekâtın farz olmasıdır. Bir kimse, yılın başında nisab miktarı mala sahip olup bir yıl içinde bu mal azalır, sonra yılsonunda tekrar tamamlanırsa bu maldan zekât vermek vacibtir. Yılın başında veya sonunda nisabtan eksik olan maldan zekât vermek gerekmez. 
Şafii mezhebine göre ise zekâtta muteber olan yılsonunda nisab miktarına ulaşmasıdır. Çünkü yılsonu, zekâtın fazla olma zamanıdır. Zekâtın farz olması için yılın iki tarafı beraberce muteber değildir. 

Buna binaen, ticaretle uğraşan kimsenin, yılın başında be nisabı tamamlayacak kadar malı bulunsa mesela; yüz dirhemi olan bir kimse, bunun elli dirhemi ile ticari eşya satın alsa yıl sonunda bunun kıymeti, yüz elli dirheme çıksa elindeki elli dirhem ile birlikte nisabı doldurup iki yüz dirhem olacağından, yılsonunda tümünün zekâtını ödemesi gerekir. 
 
  • Satın alma esnasında ticarete niyet etmek: Ticari mallar satın alınırken, bu mallarla ticaret yapmaya niyet etmek gerekir. Eğer bu mallara sahip olduktan sonra niyet edilirse ticaret işinin niyete yatkın olması gerekir Hanefi mezhebine göre, kendisiyle ticaret yapılan malın ticarete niyet edilmeye elverişli bir mal olması gerekir. Bir kimse, öşür toprağını satın olsa ve onu ekse çıkan üründen zekât değil, öşür vermesi gerekir. 
Şafii mezhebine göre; akit yapılırken veya akdin yapıldığı mecliste iken, alışveriş esnasında, bu eşya ile ticaret yapmaya niyet etmek şarttır. Bu şekilde niyet etmeyen kimseye zekât vermek gerekmez. Her alışveriş akdinde, o mal ile ticaret yapma niyetini yenilemek de şarttır. 
  • Ticari eşyaya ivazlaşma ile sahip olmak: Hanefiler dışındaki âlimler, ticari eşyaya alışveriş, kira gibi ivazlaşma (karşılıklı alıp verme) ile sahip olmayı şart koşmuşlardır. Miras, hul (boşanma karşılığı mal) hibe, sadaka gibi yollarla, mesela; bir kimsenin varislerine ticari malı miras bırakması gibi yollarla sahip olunan mallardan, ticaret niyeti ile kullanılmadıkça zekât vermek gerekmez. 
  • Malı elinde tutmayı kast etmemek: Bu husus, Şafiî mezhebine göre şarttır. Bir kimse, bir malı eğer kendi istifadesi için alır ve ticaret yapmamaya niyet ederse bundan zekât vermek gerekmez. Daha sonra, tekrar bu mal ile ticaret yapmak isterse yeniden ticarete niyet etmesi gerekmez. 
  • Bütün ticari mallar, yıl boyunca nisabdan daha az bir nakde dönüşmemelidir: Bu husus da Şâfiî mezhebine göre şarttır. Eğer bütün mallar, nisabdan az bir miktar nakde dönüşürse bir yıl bekleme süresi kesintiye uğrar. 
Ticari Malların Kıymetinin Takdir Edilmesi
Hanefi ve Şafii mezhebine göre, satım için bulundurulmayan sabit eşyalar (demirbaşlar) düşüldükten sonra, üzerinden bir yıl geçmiş olan ve zekâtın kendisine farz olduğu ticari mallarının değerlerinin tespit edillmesi gerekir. Meşhur olan görüşe göre, zekâtın farz olduğu anda, pazarda malın satıldığı günün fiyatı üzerinden değerlendirme yapılır. Bu fukaha çoğunluğunun görüşüdür. 

Bundan dolayı tercihe uygun olan, üzerinden bir yıl geçince malın zekâtının, ödeneceği gündeki çarşıdaki fiyatı esas alınarak değerlendirilmesi gerektiği şeklindeki cumhurun görüşüdür. Satış fiyatından maksat, toptan satış fiyatıdır. Çünkü bu, ihtiyaç halinde kolaylıkla satılabilecek fiyattır. Bütün âlimlerin ittifakı ile ticari mallarda farz olan zekât miktarı, aynen nakitte olduğu gibi kırkta birdir. 

Geri Gelmesi Umulmayan Para veya Malların Zekâtı
Hanefi ve Şafii mezheblerine göre, bir kimsenin, kendi malı olduğu halde, elinden çıkıp da faydalanamadığı, eline bir daha geçmesinin de düşünülmediği mallardan zekât verilmez. 

Bu durumdaki mallar çoğalıcı sayılmayacakları için zekâta bağlı değildirler. İspatı mümkün olmayıp inkâr edilecek alacak paralar, zorla alınan, çalınan, el konan ve geri alınması umulmayan mallar, denize düşüp çıkarılamayan mallar, kırda gömülüp yerleri unutulan mallar ve kaybolmuş mallar bu kısımdandır. Bunlar elden çıktığı ve faydalanılmadığı için, ele geçmediği müddetçe zekâta bağlı değildirler. 

Hanefi mezhebine göre, ele geçtiklerinde, nisab miktraına ulaşır ve zekâta bağlı mallardan olursa, ele geçtikleri tarihten itibaren bir yıl son bulunca, zekâtlarını vermek gerekir. 

İmam-ı Züfer ve İmam-ı Şafii'ye göre ise bu tür malların geçmiş yılları için de zekât vermek gerekir. Çünkü mülkiyet vardır. 

Ticari Malların Kendilerinden Zekât Vermek
Hanefi mezhebine göre; tacir zekâtını, malın kendisinden vermekle, kıymetini vermek arasında serbesttir. Yani, bir yl tamamlandığı zaman, mal sahibi, ticaret malının kıymetinin 1/40'ını vermekle, ticaret malllarının 1/40'ını vermek arasında serbesttir. İster para olarak isterse mal olarak verir. 

Hanefi âlimlerin çoğunluğuna göre ise ticari malların kıymetini ödemek gerekir. Malların kendinden zekât vermek caiz değildir. Çünkü zekât malda değil, kıymetinde farz olmuştur. 

Şafii mezhebine göre, ticari malların zekâtını, kendisine göre değerlendirilen paradan vermek farzdır. 
Bu durumda, ticari malların bir kısmını zekât olarak vermek yeterli olmaz. Çünkü ticari malların bizzat kendileri, zekâta tabi olan mallar değildir. Onlara zekât düşmesi, ancak ticaret sebebiyle olmuştur. Zekâtta mal hangi paraya göre değerlendirilmişse o para ile verilir. Bu görüş, bugün uygulanan görüştür. (el-Kavaninu'l-Fıkhiyye, 103; el-Bedayi, 2/21) 

Kâr Büyümesinin Ticari Olmayan Malların Asıl Mala İlave Edilmesi
Âlimler, ticari kârların sene sonunda sermayeye ilave edileceği konusunda ittifak etmişlerdir. 
Hanefi mezhebine göre; ticaretten elde edilen kârlar ile hayvanların yavruları, miras, hibe gibi ticari olmayan yollardan elde edilen mallar, zekât bakımından sermayeye ilave edilir. Deve, koyun, sığır gibi cinsleri farklı olan otlak hayvanları, birbirlerine ilave edilemezler. 

Şâfiî mezhebinde esas olan görüşe göre; ticari hayvanların yavruları, ağaçların meyveleri, dalları ve yaprakları, hayvanların yünleri de ticari mal olup sermayeye ilave edilirler. Bu, sonradan ilace edilenlerin yılı da sermayenin yılına tabi olarak kabul edilir. Asıl sermaye nisadan az da olsa hüküm aynıdır. Çünkü kâr ve bunun gibi elde edilmiş mallar, sermayenin bir parçasıdır. 

Kâr Ortaklığı (Mudarebe Şirketi) Malın Zekâtı 
Malın sahibi, sermaye ve kârdan hissesine düşen miktarın zekâtını öder. Şirketi çalıştıran ortak da şirketten hissesine düşen malın zekâtını öder. Tasfiyeyi beklemezler. 

Şâfiî mezhebine göre ise kâr ortaklığında; mal sahibinin, sermaye ile kârın zekâtını vermesi gerekir. Çünkü bu kişi, her ikisine de maliktir. Muteber olan görüşe göre, kâr ortağının da kârdaki hissesinin zekâtını vermesi gerekir. Çünkü istediği zaman kârı bölüşüp hakkını alabilir. Kendi hissesinin zekât yılı, kârı belli olduktan sonra başlar. Kâr bölüşülmeden zekâtı ödemek gerekmez. 

Zekâta Tabi Olmayan Mallar
  • Oturulan evler, evlerin lüzumlu eşyaları, elbiseler, binek hayvanları, bir aylık ve bir yıllık yiyecek ve içecekler, ilim sahiplerinin birer cilt veya takımdan ibaret kitapları, sanatçıların birer takım aletleri, temel ihtiyaçlardan sayıldığı ve nisab ölçüsüne girmediği için zekâta bağlı değillerdir. 
  • Ticaret için olmayan fazla miktardaki ev eşyası, kitap, sanat aleti, fazla olan yiyecek ve içecek, altın ve gümüşün dışındaki süz eşyaları, yakut, zümrüt, inci ve elmas gibi ziynet eşyaları da zekâta bağlı değildir. Ancak bunların kıymeti nisab miktarına ulaşırsa sahiplerine, zengin sayıldıklarından, zekât verilmez. Bu kişiler üzerine fıtır sadakası ve kurban kesmek vacib olur. 
  • Üzerinde borç bulunan kimse, nisab miktarı malı bulunsa dahi kendisine zekât farz olmaz. 
  • İmam Şâfiî Hazretlerine göre, nisab miktarı artıcı (nami) bir mala sahip olan, bunun karşılığında borcu olsa da yine zekât vermekle yükümlü olur. Çünkü zekâtın vacib olması, nisab miktarı artıcı mal sebebiyledir. Bu borçlu ise bu nisab miktarı artıcı mala sahiptir. Ancak öşür (arpa, buğday) hakkında, İmam-ı Şâfiî Hazretleri, aynen İmam-ı Âzam Hazretleri gibi hüküm vermiştir. Kişi borçlu olsa da öşrünü verir.
  • Ticaret için değil de yalnız kiralarını almak için insanın mülkiyetinde bulunan evlerden, dükkânlardan, gelir getiren tesislerden, kaplardan, aletlerden ve nakil vasıtalardan zekât gerekmez. Ancak bunların kira ve gelirlerinden toplanan paralar, nisab miktarı kadar olur da karşılığında borç bulunmazsa toplanan para, üzerinden tam bir yıl geçince veya zekâtı verilecek diğer para ve eşyalara ilave edilmek üzere zekâta tabi olurlar. 
  • Zekât verilmesi gereken ticaret malında dikkate alından şey, malın dönüp dolaşan (mütevadil) bir özelliğe sahip olmasıdır. Ticari mahallerde bulunan, alınıp satımayan binalar, tesisler, makineler ve sabit eşyalar, değerlendirme anında hesaba katılmaz ve bunların zekâtı verilmez.
  • Zekât için ayrılmış olan bir mal, fakirlere verilmeden sahibi ölse, bu mal varislerine kalır. 
Kaynak: Büyük İslam İlmihali
Müellif: Seyda Muhammed Konyevi (k.s) Hazretleri




 

 
  Bugün 10 ziyaretçi (24 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol